banner488

Türkiye'de Kadın İstihdamı Üzerine Bir İnceleme

Bütün insanlar hür, haysiyet ve haklar bakımından eşit doğarlar.’ 10 Aralık 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, bu şekilde başlar ancak insanlık tarihi, bunun tam aksi örneklerle doludur. İnsanın karşı cinse yaptıkları bir yana, farklı renkten, dilden, coğrafyadan insana bakışımız önyargı, nefret ve dışlamalar yumağıdır. Bugünkü durum ise olması gerekene ulaşma yolunda bir sürecin parçası, zincirin bir halkası olarak değerlendirilebilir.

Tarım toplumundan Sanayi Devrimi’ne kadar geçen dönemde insanoğlunun hayatında siyasi, ticari, idari anlamda dönüşümler yaşanmış olsa da ekonomik anlamda toplum yapısı genel hatlarını korumuştur. Fakat 18. yüzyılın ikinci yarısında bilimsel ve teknolojik gelişmelerin ortaya çıkardığı yeni üretim anlayışı toplumsal yapının ve tüm kurumların değişimini beraberinde getirmiştir. Üretim sisteminin değişmesi, ilişki ağlarının farklılaşmasına ve toplumun dinamiklerinin çeşitlenmesine yol açmıştır. Özellikle 20. yüzyılda iletişim alanındaki gelişmelerin artması ve günümüzde haberleşme hızının saniyelerle ölçüldüğü bir döneme ulaşmamız nedeniyle farklılık kavramı sorgulanmakta, insanoğlunun eşitlik ve adalet anlayışı yeni baştan ele alınmaktadır.

Değişen bu yapı her ne kadar toplumsal dönüşüme yol açsa da kadın hakları hareketleri için 20. yüzyılı beklemek gerekmiştir. 1910’larda İngiltere’deki hareketler, Dünya Savaşları sonrası oluşan insan hakları bilinci, 20. yüzyılda kadın-erkek eşitliği noktasında önemli gelişmelere öncülük etmiştir. Kadın-erkek eşitliğinin özellikle hak ve ekonomi düzleminde sağlanabilmesi için uluslar üstü yapılar düzeyinde çeşitli çalışmalar yine ancak bu yüzyılın sonlarına doğru ortaya çıkmıştır. 1979 yılında imzaya açılan ve 1981 yılında yürürlüğe giren ‘Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesine Dair Sözleşme’ bu durumun bir vesikasıdır. Sözleşmenin 5. maddesinde ‘her iki cinsten birinin aşağı veya üstün olduğu veya erkekler ile kadınların basma kalıp rollere sahip oldukları düşüncesine dayanan bütün önyargılar ve gelenekler ile her türlü uygulamayı tasfiye etmek’ amacıyla erkeklerin ve kadınların sosyal ve kültürel davranış tarzlarını değiştirmek görevi taraf devletlere verilmiştir. Özellikle katı ve hiyerarşik bir toplum yapısı ve buna paralel gelişen ekonomik bir düzene sahip olan topluluklar için bu talebin zorluğu açıktır. İstenen yalnızca kadın ve erkek eşitliğinin hukuki zeminin oluşturulması değil, toplumun yeniden dizaynıdır.

Türkiye açısından bakacak olursak eğer 1982 Anayasasında 2004 yılında yapılan bir değişiklikle açık bir şekilde kadın-erkek eşitliğini öngören bir madde Anayasaya eklenmiştir. 2010 senesinde pozitif ayrımcılık için yapılanların eşitlik ilkesine aykırı kabul edilmeyeceği de eklenerek eşitlik için gösterilen çabanın temelleri sağlamlaştırılmıştır. Bu önemlidir, çünkü bir devletin yönetim biçimini, temel organlarını ve bu organlar arasındaki ilişkiler ile kişi hak ve özgürlüklerini düzenleyen kurallar bütünü olan Anayasalar, ülkelerin geleneklerine, tarihsel, kültürel ve siyasal geçmişi ile demokratik ideallerine göre şekillenmektedir.

Kadınların yakın dönemde, toplumsal anlamda Türkiye’de yeniden tanınması Tanzimat Fermanı ile başlamıştır. Açık bir ifadeyle kadın haklarından bahsedilmese de din ayrımı olmaksızın tüm tebaaya, emniyet-i kamile (tam güvence) bahşedilmiştir. Cumhuriyet dönemiyle birlikte kadınların sosyal ve ekonomik alanda daha fazla görüldüğü bir toplum yapısı ortaya çıkmaya başlamıştır. 1930’da belediye seçimleri, 1933’te muhtarlık seçimleri ve 1934’te genel seçimlere katılmaya hak kazanan kadınlar farklı meslek gruplarında, etkin pozisyonlara gelmeye başlamışlardır.

Kadının siyasal hayattaki varlığı 1934 yılında genel oy hakkının tescil edilmesi ile sağlanmış olsa da ilk kadın kaymakamın 1992 yılında atanması, Türkiye’deki cam tavanın varlığını ortaya koymaktadır.

Daha yakın dönemde ise Türkiye’de anayasaya kadın-erkek eşitliğine ilişkin maddelerin eklenmesine paralel olarak çalışmalar yapılmaya başlanmıştır. Bu çalışmalarda ise başı 2011 yılında Kalkınma Bakanlığına dönüştürülen Devlet Planlama Teşkilatı çekmiştir. Yayınladıkları raporda Türkiye’de kadınların işgücüne katılımı incelenmektedir. Rapora göre 2009 yılı itibariyle Avrupa Birliği (AB) ile Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) ülkeleri arasında Türkiye ne yazık ki en düşük kadın istihdamına sahip ülkelerden biri olarak gözükmektedir.

Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) 2017 verilerine göre Türkiye nüfusunun %49,8’ini kadınlar oluşturmaktadır. Bu oransal yapı, kadınların erkeklere nazaran daha uzun yaşamaları nedeniyle 65 yaş ve üstünde kadınlar lehine değişmektedir. 65 yaş ve üstünde kadınların oranı %56’ya çıkarken erkeklerin oranı %44’te kalmaktadır. Mesele istihdama geldiğinde ise istihdamda kadınların, erkeklerin yarısından daha az olduğu görünmektedir. Verilere göre 15 yaş ve üstü istihdam edilen %46,3 iken bu oran erkeklerde %65,1, kadınlarda ise %28 olmuştur. Kurumun 2018 verilerine bakılacak olursa, kadınlarda istihdam oranı %28,9’a ulaşarak bir artış kaydetmiştir. 2018 yılı itibariyle erkeklerde işsizlik oranı %9,5’te kalırken, kadınlarda bu oran %13,9 olmuştur. Bu rakam, tarım dışı işsizlikte erkeklerde %10,8, kadınlarda %17,8 olarak gözlenmiştir. TÜİK’in hazırladığı rapora göre eğitim seviyesi arttıkça cinsiyet eşitliği endeksinde azalış gözükmektedir. Endeksin 1’in altında olması kız öğrenciler lehine bir durum yarattığı için, eğitimin bilinçlenme ve eşitlik hususundaki önemi ortaya çıkmaktadır. Kadınların tarım ve hizmetler sektöründe erkeklerden daha fazla istihdam edildiği gözükmektedir. Sanayi sektöründe ise kadın istihdamı erkek istihdamının yarısının dahi altında kalmıştır. Hizmetler sektörünün bir alt dalı olan eğitim-öğretim alanına bakacak olursak öğretim görevlilerinin %50,2 kadınlardan oluşarak üniversitelerde güçlü tablo oluştursa da yönetici pozisyonundaki kadın oranının %17,3’te kalması kadınların ‘cam tavan’ diye nitelenen durumla ne yazık ki hala karşı karşıya olduğunu göstermektedir.

TÜİK’in yine 2018 yılı ‘Cinsiyete göre çalışanların işe ilişkin sorunları’ istatistiğine göre kadınların istihdamda en fazla yaşadıkları sorun %27,4 ile ücret miktarı ve %17 ile ücretler arası farklılıktır. Çalışma saatleri içerisinde ailevi ya da kişisel nedenlerle izin almada yaşanan sorunlar ise %10,3 olarak gözükmektedir. Türkiye’nin, kadın-erkek ücret eşitsizliği noktasında OECD ülkeleri arasında iyi bir noktada olduğu gözükse de 2017 yılı itibariyle kayıt dışı istihdam oranının %33,97 olması, daha da önemlisi tarım sektöründe bu oranın %83,33 olması, muhtemel sorunları ortaya koymaktadır. Tarım sektöründe kadın istihdam oranının erkek istihdam oranının neredeyse iki katı olduğu gerçeği göz önünde bulundurulursa, tarım sektöründe kayıt dışı çalışanların büyük kısmının kadınlardan oluştuğu anlaşılmaktadır. Sigortasız, güvencesiz ve gelecek planlarından uzak bir şekilde gerçekleştirilen bu istihdam yöntemi kadını ekonomiye dahil etse de erkeklerle kadınlar arasındaki uçurumu derinleştirmektedir.

SONUÇ

Kadının dünyadaki durumundan yola çıkarak Türkiye’de var olanın analiz edildiği yazıdan çıkarılabilecek en temel sonuç, icrada, tatbikte olmayanın karar almada da var olmayacağıdır. İster kadın olsun ister erkek, insan, içinde yaşadığı toplumsal yapının bir ürünüdür. Bu nedenledir ki toplumun tarihinden, ülkenin coğrafyasından, dilinden etkilenerek kendini bütünlüğünü oluşturacaktır. Fiiliyata dökülmemiş her bilgi yalnızca ütopyada ve fikirlerde kalacaktır. Kadın ile erkek arasındaki eşitliğin sağlanabilmesi için atılması gereken ilk adım, toplumsal rollerin çözümlenmesidir. Üretim faktörü olan hem girişimcinin hem de emeğin, kadın ve erkek olarak iki boyutu bulunduğu gözlerden kaçmamalıdır.

Toplumun ve ailenin temeli olan kadının hak ettiği değer hiç kimse tarafından bir lütuf olarak verilmemelidir. Bu değer bizzat kadınlar tarafından elde edilmeli ve savunulmalıdır. Bunun sağlanabilmesi ise ancak nitelikli eğitim almış, haklarını bilen ve bilmekle kalmayıp bunları kullanabilecek kabiliyeti barındıran kadınlarla mümkün olacaktır. Türkiye’nin ilerleyebilmesi, gelişebilmesi ancak ve ancak nitelikli, üretken ve ahlaklı bir toplumla mümkün olacaktır. İşte bu iki kutbu birleştirebilmek için toplum politikalarının, politika yapıcılar tarafından akılcı bir şekilde belirlenmesi hayati bir öneme sahiptir. Bu durum başarılabilirse, kadın istihdamda daha görünür, daha tanınır ve sosyal hayatta daha üretici-yaratıcı olacaktır.

Not: Bu yazı, 2018 yılında, yüksek lisans derslerimden olan Sosyal Politikalar dersi için hazırlanmış bir ödevden oluşturulmuştur. Metnin tamamına, https://www.academia.edu/39935427/T%C3%BCrkiyede_Kad%C4%B1nlar%C4%B1n_%C4%B0stihdamda_

-Ya%C5%9Fad%C4%B1klar%C4%B1_Sorunlar_%C3%9Czerine_Ekonomik_ve_Sosyal_Bir_%C4%B0nceleme adresinden ulaşabilirsiniz.

kalebet - klasbahis - kolaybet - liderbahis - makrobet

Yorum yapabilmek için üye girişi yapmanız gerekmektedir.

Üye değilseniz hemen üye olun veya giriş yapın.

banner498

banner472