banner488

Erdoğan’ın demokrasi anlayışı!..


“Gezi Parkı”nda başlayan ve tüm yurda yayılan protesto eylemlerinin ardında yatan gerçek, orada kesilecek/sökülecek birkaç ağaca karşı çıkmak değil, bu ağaçların bulunduğu alana ‘Topçu Kışlası’ inşa edilecek olmasıdır.

İstanbullu, bu bölgede yaşayan halk, yeşilin katledilip betonlaşmanın önüne geçmek için bu eylemlere başladı. Tamamen Anayasadan aldıkları hakla demokratik tepkileri dile getirmek için kesilecek ağaçlara karşı ‘nöbet tutma’ eylemlerini başlattılar.

Başbakan’ın ‘bir avuç çapulcu’ diye nitelendirdiği az sayıda kişinin istek ve taleplerini dikkate alsa, onları dinleseydi, gerekirse projeyi tekrar gözden geçirip veya tamamen askıya almış olsaydı ülke bugünkü duruma düşmezdi.

Hiçbir taşkınlık yapmadan tamamen kendilerine ait parkta tepkilerini dile getiren, ağaçların sökülmesinden başka hiçbir ard niyeti olmayan bir avuç insana şafak vakti uykuda iken üzerlerine su sıkılıp, gaz bombası atılmasaydı, coplanıp dövülmese, çadırları yakılmasaydı, orantısız güce başvurulmasaydı bir avuç çevrecinin mağduriyeti binler, on binler, yüz binler tarafından destek görmezdi.

Gezi Parkı’nda vatandaşa yapılan zulme karşı başlayan tepki bu kadar kısa sürede dalga dalga yayılmazdı. Gezi Parkı’nda yeşile karşı verilen mücadele her geçen gün yaşanan orantısız karşı koymalarla bugün doğa ekseninden hızla uzaklaşmaya başlamış ve milletin tepkisi Ak Parti Hükümetine, daha doğrusu başbakanın kendine göre demokrasi anlayışına, baskıcı yönetimine ve kutuplaştırıcı sert söylemlerine karşı direnişe kaymıştır.

İşin başında mahkemenin yürütmeyi durdurma kararı vermesine rağmen Başbakan’ın olayı yumuşatması gerekirken polisi göreve çağırması, vatandaşın gazını alacağı yerde, gaz pompalaması kitleleri daha da germiştir. Kuzey Afrika gezisi sürerken, Cumhurbaşkanı’nın “Mesaj alınmıştır” Başbakan Yardımcısı’nın “Özür dilemesi” ve Taksim Gezi Parkı Platformu temsilcilerini makamına davet edip taleplerini dinlemesi üzerine Başbakan döndüğünde ortam yumuşayacak diye beklenirken olaylar tam tersi yönde gelişmiştir.

Gezi dönüşü Başbakan’ın Atatürk Havalimanı’nda sanki Hac’dan veya fetihten dönüyormuş gibi karşılanması milleti endişelendirirken, sabaha karşı miting havasında geçen karşılama törenindeki aykırı pankartlar, sloganlar ve başbakanın sert ve hesap sormaya yönelik sözleri Türkiye’yi daha da germiştir.

Başbakan’ın “Biz” söylemlerini bırakıp “Ben” söylemlerini sık sık dillendirmesi, hükümet ve parti unsurları tarafından da dikkatle izlenmeye başladı.

Başbakan gibi değil sanki “Başkan” gibi davranmaya başlayan, Başbakanlığının yanı sıra İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığına da soyunan Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul’a yapılan yatırımları kendisi belirlemekte ve kendisi desteklemektedir. İstanbul BB Meclisi ve Belediye Başkanını adeta yok sayarak ikinci plana atmaktadır.

Tüm yurtta millet ayağa kalkmış, yüz binler meydanlara dökülmüş ama Başbakan hala daha bu tepkiyi anlamamış ya da anlamıyormuş gibi davranmaktadır.

Parti ilçe başkanını, İl başkanını, milletvekilini, bakanları “Ben” seçerim diyen Erdoğan, yüzde 50’ye varan oy alınca da, ülkeyi “Ben” yönetirim, “Ben” ne dersem o olur. Karar verdim ne olursa olsun ‘Topçu Kışlasını’ yapacağız, ‘Atatürk Kültür Merkezi’ni yıkacağız’ demektedir.

“Ben” eksenli demokrasi anlayışı olmaz. Bu da olsa olsa “Erdoğan Demokrasisi” denir. “Bu ülkede demokrasi var! Ben sandıkla geldim, ancak sandıkla giderim. Yanlışların hesabını sandıkta sorun” demek gerçek demokrasi ile bağdaşmaz.

Bugün zaten demokrasinin çarkları yeterince işletilmeden oluşturulan Mecliste, üyelerde liderlerin iki dudağı arasından çıkacak sözlere bakarak işlemektedir. Yeterince araştırılıp tartışılmadan onlarca kanun gece yarılarında yeter sayıda oylarla kabul edilmekte, Meclis çalışmaları TBMM TV tarafından zaman zaman sansürlenerek ve saat 19.00’dan sonrada tamamen kapatılarak milletin gözünden de gizlenmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti bir hukuk devletidir. Başta Cumhurbaşkanı olmak üzere, başbakanın, bakanların vs. görev ve yetkileri ilgili yasalarla belirlenmiştir. Yüzde elli oy alarak iktidar olduk diye hiçbir hükümet hukuk dışına çıkamaz en önemlisi “Biz böyle karar aldık” diyerek kafasına göre projeleri uygulamaya koyamaz.

Gücünü milletten alan iktidar, milletinin taleplerini göz önünde bulundurmak zorundadır. Uygular veya uygulamaz o hükümetin bileceği iştir. Ancak yüz binlerce halkın tepkisini görmezlikten gelip, “Bunun hesabının sorulacağı yer sandıktır” demek demokratik yaklaşım değildir. Demokrasinin çarkları arasında yeri geldiğinde istifa etmek, erken seçime gitmekte vardır ve bu yollar Cumhuriyet dönemi boyunca başvurulan çarelerden olmuştur.

Bugün Başbakan halkın meydanlara çıkmasını, sokaklarda eylem yapmasını elinden gelse tamamen yasaklayacak ve tek çözüm yolunun sandıktan başka olmadığını deklare edecektir ve etmektedir de. Asıl olan milletse eğer görev verdiği kişiler yanlış üzerine yanlış yaptıklarında 4 yıl beklemek zorunda mı kalacaklardır. Millet iktidarın icraatlarının sürekli takipçisidir ve her zaman olacaktır. Bir şeyler yanlış gittiğinde tepkisini ortaya koyup ortalığı yakıp yıkmadan, hükümeti eleştirmesinden ve taleplerini dile getirmesinden başka doğal ne olabilir?

Gezi eylemlerinin 15. Gününde hala şehirler karışıklık içinde. Eylemler azalacağına artarak devam etmektedir. Başlangıçta ağaçlar sökülmeyecek denerek bitirilecek eylemler, bugün ‘Topçu Kışlası’nı yapmaktan vazgeçilse bile dinmeyecek gibi; çünkü yaşanan olaylar ve gereksiz restleşmeler tepkileri tamamen hükümetin, özelliklede Başbakan’ın üzerine yoğunlaşmış ve artık her yerde “Hükümet istifa!” sloganları atılmaya başlanmış, muhalefet partileri de Hükümetin bu ülkeyi idare edemez hale geldiğini beyan etmektedir.

Sürekli derin kaos ortamına sürüklenen bu olayları dindirmenin, uzlaşı sağlayıp meydanları boşaltmanın, halkı ve devleti normal işleyişine döndürmenin çareleri vardır. Başbakan bir süre tatile çıkıp kendini dinlendirmeli ve doğru kararlar verebilmelidir.

Yapılan bu eylemlerde halk iktidara, Hükümete karşı kendilerince taleplerini dile getirmekte ve çözüm beklemektedir. Buna karşı mantıklı çözüm üretmek yerine Parti Merkezinden Ankara’da ve İstanbul’da iki büyük miting kararı çıkması düşündürücüdür. Bu mitingler kime karşı yapılacaktır. Başbakan bu mitinglerde güç gösterisi yapıp, milleti millete mi şikayet edecektir. Bu yaklaşım sorunun sihirli çaresi değil, kutuplaşmaların tetikçisi olmaktan, ortamı daha da germekten öteye gitmeyecektir.

Düne kadar daha çok demokrasi, özgülük ve barıştan söz eden Başbakan, hiç kimsenin etkisi altında kalmadan oturup sakin kafayla düşünmelidir.

Bu eylemler Anayasa’ya ve kanunlarımıza göre suç mudur, değil midir? Eğer suç işliyorlarsa bunları niye tutuklayıp ceza evine koymuyorsunuz? Eğer suç işlemiyorlarsa niye tomaları, gaz bombalarını ve robocopları bu halkın üstüne sürmeye devam ediyorsunuz?

Her iki şıkta da görüldüğü gibi idarede yanlış giden bir şeyler var.

73 Yıl önce tadilat etmek daha pahalı olacağı için yıkılan ‘Topçu Kışlası’ 3 yıl, 13 yıl daha bekleyemez mi? Halka iyice anlatılıp o zaman gündeme getirilemez mi? Bu büyük Türkiye’nin tek meselesi, olmazsa olmaz konusu bu mudur?

Başbakan biran önce harekete geçmeli, Şeyh Edebali’nin “..Öfke bize, sakinlik sana / Suçlamak bize, gönül almak sana" ve "insanı yaşat ki, devlet yaşasın!" sözlerini hatırlayarak barışçıl çözüm yolları bulmalıdır.

Zaten oyların yüzde ellisini almış partiye de bu yakışmaz mı?

Böylesine bir çözüm Ak Parti’nin gücünü ve güvenini daha da artırmaz mı?

Bir dakika bile durmak yok, biran önce HUZUR!


illegal bahis - bahis siteleri - deneme bonusu veren siteler - canlı bahis - güvenilir bahis siteleri -

Yorum yapabilmek için üye girişi yapmanız gerekmektedir.

Üye değilseniz hemen üye olun veya giriş yapın.

banner498

banner472